Devrim Öncesi İran
Muhammed Rıza Pehlevi Öncesi
2000 yılı aşkın süredir monarşi ile yönetilen İran, 20. yüzyıla da monarşi ile Kaçar Hanedanlığı yönetiminde girdi. 1907'de Muzaffereddin Şah'ın ölümüyle yerine oğlu Muhammed Ali Şah geldi. Muhammed Ali Şah, ülkeyi (bütünlüğü korumak amacıyla) Rus ve İngilizlere satınca ülkede karışıklık çıktı. 1908'de meclis binasını top ateşine tuttu ve birçok milletvekilinin ölümüne sebep oldu. Bu olaylardan sonra Rusya'ya sığındı ve 1909'de yerini henüz 11 yaşındaki oğlu Ahmed Şah Kaçar'a bıraktı. Ahmed Şah'ın tecrübesizliği ülkeyi daha da kötü bir duruma itti ve 1. Dünya Savaşında İran; Rusya, Birleşik Krallık ve Osmanlı tarafından işgal edildi. Muhammed Rıza Pehlevi'nin babası Rıza Pehlevi, 1921 senesinde İngilizlerin yardımıyla Kaçar Hanedanlığına darbe yaptı. (İngilizler, Rusları kendi sömürgeleri Hindistan'a yakın olmamaları için İran'da istemiyordu.) Devamında Rıza Pehlevi'nin cumhuriyet çabaları sonuç vermeyince 1925'de Pehlevi Hanedanlığını kurarak şah oldu. Rıza Pehlevi, Fars tarihinin önemli şahlarından biriydi. Anayasal monarşiyi kurdu ve ülkede önemli reformlara imza attı. En büyük hayali ise bağımsız bir İran kurmaktı. İkinci Dünya Savaşı döneminde Adolf Hitler, Aryan ırkının üstünlüğünü iddia etmişti ve İran da Aryan ırkından gelmeydi. Bu Rıza Pehlevi'nin bağımsızlık hayali için büyük bir şanstı. İngilizler, Ruslara İran üzerinden yardım göstermek istediğinde Pehlevi kabul etmeyerek rest çekti. Bunun üzerine İngilizler güneyden ve Ruslar kuzeybatıdan İran'a girerek Rıza Pehlevi'yi istifaya zorladılar. Rıza Pehlevi, 1941 yılında diplomatik görüşmeler sonucu oğlu Muhammed Rıza Pehlevi'nin tahta geçmesi şartıyla istifa etti. Baba Pehlevi istifasından sonra Güney Afrika'ya sürgün edildi.Muhammed Rıza Pehlevi Dönemi
Bizim konumuz olan İran Devrimi döneminin istenmeyen adamı Muhammed Rıza Pehlevi çalkantılı bir sürecin ardından 1941 yılında babasının yerine tahta geçti. Pehlevi'nin yabancılara yürüttüğü ılımlı politika sonucu bu dönemlerde adeta İranlılar İran'da ikinci sınıf insan konumuna düştü. Ülkedeki İngilizlere özel barlar, İngilizlere özel otobüsler bulunuyordu. Hatta kimi barların kapısına "Köpekler ve İranlılar giremez." yazdığı söylenmekteydi.Muhammed Rıza Pehlevi, babasının son dönemlerinde yaptığı gibi yabancılara ters gitmeyerek iktidarının ilk döneminde ülkedeki petrol çıkarma haklarını düşük fiyatlarla yabancılara sattı. Bu davranışı sonucunda ülkede 1950'li yılların başlarında Muhammed Musaddık önderliğinde milliyetçi bir muhalefet oluştu. Musaddık, Anglo-Iranian Oil Company şirketinin (Günümüzdeki BP) tekelinde bulunan büyük petrol rezervlerinden İran'ın yararlanması fikrini savunuyordu. Musaddık, 1951'de İran petrollerinin millileştirilmesini içeren yasa tasarını meclisten geçirerek önemli bir başarıya imza attı. Şah Muhammed Rıza Pehlevi ise bir süre sonra güçlenen Musaddık'ı başbakan olarak atamak zorunda kaldı.
Milliyetçi Musaddık'ın güçlenmesiyle birlikte İngilizler, İran petrol pazarından çekilmek durumunda kaldı. 1953'ün Ağustos ayında Muhammed Rıza Pehlevi, Musaddık'ı başbakanlıktan atmak isteyince halk isyan çıkarttı. Aynı zamanda Musaddık da parlamentoyu kapatmış ve kararnameler ile ülkeyi yönetmeye başlamıştı. Gelişen olaylar sonucu Pehlevi ülkeden ayrılıp İtalya'ya kaçtı. Artık İngilizlerin bu duruma şekilde dur demesi lazımdı. (İngiltere'nin petrolleri kaybetmek kadar korktuğu bir diğer şey de İran'ın Sovyetler tarafına geçmesiydi.) Bir süre ABD'den medet uman İngilizler sonunda istediklerini aldılar ve Pehlevi'nin ülkeden ayrıldığı 1953 senesinde ABD-İngiltere ortaklığı ile İran'da Ajax Operasyonu adı verilen darbe gerçekleştirilerek Muhammed Musaddık başbakanlıktan indirildi. (Darbede genel olarak İranlı muhafazakarlar kullanıldı. Musaddık ise darbenin ardından göz hapsindeyken öldü.) Pehlevi ise ülkeye geri dönüp tekrardan başa geçti. 2000 senesinde dönemin ABD Dışişleri Bakanı Madeleine Albright, 2009'da ABD Başkanı Barack Obama ve son olarak 2013'de CIA, ABD'nin bu darbede payı olduğunu kabullendi. 1957'de ise yine Amerika'nın (ve İsrail'in) rolüyle İran istihbarat örgütü SAVAK kuruldu. 1961 senesinde Şiîlerin lideri Hüseyin Borujerdi öldü. Rıza Pehlevi, Borujerdi'nin ölümü üzerine ülkede 3 gün yas ilan etti ve Borujerdi anısına yapılan bir anma törenine katıldı.
Ajax Operasyonunun 10. senesinde yani 1963 yılında Pehlevi, Beyaz Devrim adını verdiği bir takım reformu gerçekleştirdi. Bu reformların içerisinde kadınlara seçme ve seçilme hakkı gibi laik kurallar vardı. Ayrıca bir takım toprak reformu yapılmış ve bazı dini vakıfların mülklerine de el konulmuştu. Bu reformlara en çok toprak sahipleri ve mollalar karşı çıktı. Bu dönemde Beyaz Devrimin ancak Beyaz Saraya yarayacağını söyleyen bir molla vardı; bu İran Devrimi'nin yüzü Ayetullah Humeyni'den başkası değildi. Humeyni, Pehlevi'ye karşı çok sert bir muhalefet izliyordu. Bunun üzerine 1964'de Kum Şehrinde tutuklandı. Halk bir takım eylemlere kalkışınca Pehlevi, olayın fazla büyümemesi için Humeyni'yi öldürmeyip Türkiye'ye sürgüne gönderdi. (Humeyni daha sonra Irak'a gitti ancak Irak'tan kovulmasıyla son sürgün yıllarını Fransa'da, Paris'e yakın bir köyde geçirdi.)
Beyaz Devrim'den sonra ülke 1970'lerin başına kadar kısmen refaha kavuştu. Ekonomi gelişiyor, refah seviyesi yükseliyordu. Muhammed Rıza Pehlevi ise bu reformu kendi tahtını sağlamlaştırmak için kullandı. Soğuk Savaşın da etkisini arttırması ve İran'ın en güçlü komşusunun da Sovyetler olması nedeniyle ülkede sol muhalefetin sesi çıkmaya başladı. Bu dönemde İran istihbarat örgütü SAVAK politik muhalifleri öldürüyor ve halka korku salıyordu. Kimilerine göre SAVAK'ın en iyi olduğu şey kendisini olduğundan güçlü göstermesiydi. Hatta bir dönem halk arasında İran'daki her 5-6 kişiden birinin SAVAK ajanı olduğu yönünde haberler çıkıyordu. Gelecekteyse bazı ajanları SAVAK'ın zirve döneminde 60.000 üyesi olduğunu söylediler. Yani halkın abarttığı kadar olmasa da SAVAK, bazı dönemler kuvvetli bir istihbarat örgütüydü. (İran Devrimi sonrası kapatıldı. Ajanlarının bir kısmı öldürüldü, diğer kısmı ülkeden kaçtı.)
1970'li yıllarda Pehlevi, batı ile arasına bir çizgi koymaya ve kendi yolunu çizmeye başladı. Artık İran eskisi gibi gelişmekte olan bir ülke değil gelişmiş bir ülkeydi. 1974 yılında petrol fiyatlarına %14'lük bir zam uyguladı. Bu durum pratikte İran ekonomisini tek gecede zenginleştirse de devamında kırsaldan şehre olan göç, göç eden sınıfın iş bulma problemi ve reformlara yapılan yatırımların karşılanamaması nedeniyle ekonomi geriledi.
1975 senesinde Pehlevi tek partili sistemi ilan etti ve koltuğunu bir kez daha sağlamlaştırdı. Tek parti olarak faaliyet gösteren Diriliş Partisi; Monarşizm ve Faşizm'in yanı sıra Laiklik, Halkçılık ve Demokratik Merkeziyetçiliği de savunuyordu.
1970'lerin sonlarında Pehlevi diktatörlüğüne karşı camilerden halka kasetlerle Humeyni dinletiliyordu. Pehlevi'nin 63'de unutulduğunu düşündüğü bu yaşlı adam halen dindar halktan saygı görüyordu. Diğer bir taraftan Pehlevi, Komünizme karşı din adamlarını güçlendirmiş ve fark etmeden kendisine verebileceği en büyük zararı vermişti.
23 Ekim 1977 günü gerçekleşen bir olayla artık ip kopma noktasına geldi. Ayetullah Humeyni'nin en büyük oğlu Mustafa Humeyni bir gece yarısı şüpheli şekilde öldü. Hükümet, bu ölümün nedenine kalp krizi dese de Humeyni yanlıları olayı SAVAK'a yıktılar. Bu olaydan sonra İran'da bir protesto dalgası büyüdü, öyle ki Pehlevi tarafı bazı büyük şehirlerde yas tutmayı yasakladı.
İran İslam Devrimi
Pehlevi, Humeyni'nin gücünün arttığının farkındaydı. Bunun üzerine 7 Ocak 1978'de Ettela'at gazetesinde Humeyni ile ilgili bir makale yayınladı. Bu makalesinde Humeyni'ye "deli bir Hint şairi" ve "İngiliz ajanı" gibi ithamlarda bulunuyor, onun ülkeyi İngiliz ve Komünistlere satmak istediğini söylüyordu. Bu ağır ithamlar doğal olarak Humeyni taraftarı kesimi kızdırdı ve Humeyni'nin oldukça fazla taraftarının bulunduğu Kum Şehrinde öğrenciler tarafından başlatılan ateşli protestolar patlak verdi. Öğrenciler, polisle çatışmaya başladılar ve bu çatışmada hükümete göre 2, muhalefete göre 70 kişi can verdi.Şiî geleneklerine göre ölünün ardından 40 gün yas tutmak gerektiği için Kum Şehrindeki çatışmalardan tam 40 gün sonra, 18 Şubat'ta tekrardan protestolar başladı. Bu protestoların en büyüğü Tabriz'deydi. Halk sinemaları, barları, devlete ait bankaları yakıyordu. Ordu mecburen müdahale etti. Hükümete göre bu olaylarda 6 kişi ölürken Humeyni yüzlerce insanın Pehlevi'ye karşı savaşırken "şehit olduğunu" iddia ediyordu. Kırk gün sonra (29 Mart) Tahran da dahil olmak üzere 50'yi aşkın şehirde yine gösteriler düzenlendi ve yine kırk gün sonra, 10 Mayıs günü protestolar devam etti.
Pehlevi olan bitene karşı bir şey yapmak zorundaydı. Protestoculara karşı sert oynamak yerine ortamı yumuşatmaya karar verdi. Birçok protestocuyu askeri mahkemeler yerine sivil mahkemelerde yargılayıp serbest bıraktı, 1979'da tam demokratik bir seçim sözü verdi ve dönemin hükümeti içerisindeki yolsuzlukları bitireceğini söyledi. İran güvenlik güçleri 1963'den bu yana ayaklanmaları kontrol etme konusunda eğitilmedikleri için protestolara ordu müdahalede bulunmak zorunda kaldı. Acemi askerler ise Pehlevi'nin ortamı yumuşatma politikasına rağmen protestolar sonucu paniğe kapıldı ve ölümler kesilmedi.
10 Ağustos 1978'de Sinema Rex'de bir yangın meydana geldi. Kapılar kilitli olduğu için içerideki 420'ye yakın insan yanarak can verdi. Bu yangın için İslamcılar SAVAK'ı, hükümet tarafı ise İslamcıları suçladı. (Bu yangını İslamcıların çıkartıp Pehlevi tarafına yıktıkları günümüzdeki en ciddi iddiadır.) Ertesi gün Batı kültürüne ait yapılar ve hükümet binalarına saldırılar düzenlendi. Dönemin başbakanı Amuzegar istifa etti ve yerine Cafer Şerif İmami getirildi. İmami'nin getirilmesinin temel sebebi ailesinin din adamlarıyla olan bağıydı. İmami, Pehlevi'nin hükümet karşıtlarını yumuşatma politikası gereği SAVAK'ın yetkilerini azalttı, tüm partileri yasallaştırdı, hükümet ve kraliyet ailesindeki yolsuzluklara karşı soruşturmalar başlattı ve kumarhane gibi Batı tarzı yerleri kapattı. Ayrıca gazeteler üzerindeki baskı da azaltılmıştı. (Fakat bu durum olumsuz tepti ve gazeteler Pehlevi karşıtı görüşleri yaymaya başladı.)
1978 Eylül'ünün başı Ramazan Bayramıydı. Hükümet tarafından 4 Eylül günü 200.000 ile 500.000 arası kişinin katıldığı büyük bir açık hava duasına izin verildi. Birkaç gün sonra hükümete karşı yapılan protestolar devam etti. Ayrıca dönemde ilk defa "İslam Devrimi" ve "İslam Cumhuriyeti" gibi cümleler kullanılmaya başladı. 8 Eylül günü Tahran ve 11 şehirde sıkı yönetim ve gece sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Bunu umursamayan yada yasaktan haberi olmayan 5.000'e yakın protestocu Jaleh Meydanına çıktı. O gün sıkı yönetimin başında sert askeri kimliğiyle öne çıkan Gholam-Ali Oveissi vardı. "Oveissi'nin iddiasına göre" çevredeki binalarda bulunan bazı keskin nişancılardan açılan ateşlerde 30'a yakın asker öldü ve bunun üzerine askerler, kalabalığın dağılması için üzerlerine ateş açtılar. Kalabalığa açılan ateşler sonucu 64 ve gün boyu ölenlerle birlikte toplam 88 (Bazı kaynaklara göre 89) kişi o gün can verdi. Bu olay tarihte "Kara Cuma" olarak anıldı.
Kara Cuma olayı protestocuları daha da alevlendirdi. Humeyni hemen protestolarda "4000" kişinin öldürüldüğünü açıkladı. Şah da bu olayı eleştirmişti ancak bu eleştiri protestocuları yumuşatma konusunda pek yeterli olmadı. Ayrıca Kara Cuma olayının hükümet ve protestocular arasındaki olası bir anlaşma ihtimalini de bitirdi. Devamında Pehlevi tarafı ortamı sakinleştirme politikasına devam etti; birçok protestoya izin verildi ve protestocu liderler ile toplantılar gerçekleştirildi.
Kara Cuma'nın ertesi günü yani 9 Eylül'de Tahran'daki ana rafineride 700 işçi grev yaptı. Ertesi gün grevler diğer şehirlere de yansıdı. Ekim ayı sonlarına doğru neredeyse tüm sanayi işçileri görevi bıraktı ve ülke çapında bir grev ilan edildi. Hatta grevleri kontrol ve koordine etmek için grev komiteleri kuruldu. Şah Pehlevi yine yumuşak bir politika izledi ve görevden çıkan işçilere saldırmak yerine onlara maaşlarını arttırmak gibi tekliflerle gitti.
Devamında Pehlevi, Humeyni'yi susturmak adına Irak'a baskı yapınca Irak hükümeti, Humeyni'yi sınır dışı etti ve Humeyni, Fransa'da Paris yakınlarındaki bir köye taşındı. Pehlevi bunun Humeyni ve İran halkı arasındaki bağı kopartacağını düşünüyordu ancak durum tam tersine tepti. Humeyni, Fransa'da bulduğu daha teknolojik iletişim araçlarıyla halkla olan iletişimini güçlendirdi. Bir zamanlar darbe ile indirilen Muhammed Musaddık'ın partisinin dönem başkanı milliyetçi Karim Sanjabi, Humeyni ile görüşmek için Paris'e uçtu. İki önemli isim birlikte anayasa taslağı imzaladılar. Taslak İslami ve Demokratik özellikler taşıyordu.
1978'in Aralık ayında Muharrem ayı da kullanılarak mollalar tarafından tekrardan bir protesto dalgası başlatıldı. Diğer taraftan askeri güçler de sokağa çıkma yasağını uygulamaya çalışıyordu. 2 Aralık günü iki milyona yakın protestocu sokaklara döküldü. Bunların çoğu Tahran'ın güneyinde din adamları tarafından örgütlenmişti. Muharrem ayı protestoları ilerleyen günlerde katlanarak büyüdü. Tasua ve Aşure günleri yani 10-11 Aralık'ta Şah, daha kötü ve ölümcül sonuçlar doğmaması adına dini lider Muhammed Kazım Şeriatmedari ile görüşme yaptı. Milliyetçi Karim Sanjabi ve 120 siyasi tutsağın serbest bırakılması koşuluyla Şeriatmedari protestolarda şiddetin olmayacağına söz verdi. Bu iki gündeki gösterilere altı ile dokuz milyon arasında gösterici katıldı. Bu belki de Dünya tarihinin en büyük devrimiydi. Ulusal Cephe lideri Karim Sanjabi ve mollalar tarafından yönetilen eylem şiddet olayları çıkmadan son buldu ancak halk, Pehlevi'yi istemiyordu ve bu artık Pehlevi için bile kabul edilmek zorunda olan bir durumdu. İlerleyen günlerde İran ordusu da dağılmaya başladı. Kimi yerlerde devrim ve hükümet yanlısı askerler arasında dahi çatışmalar olmaya başlamıştı. İran'ın en büyük ikinci şehri Meşhed de protestoculara terk edildi.
Burada değinilmesi gereken önemli bir nokta daha var: Her ne kadar devrimin başından sonuna kadar devrimin yüzü olarak Ayetullah Humeyni gözükse de devrim boyunca solcu ve liberal kesimin payı da küçümsenemeyecek düzeydedir. Kimi solcu ve liberaller "Bırakalım da Humeyni halkı kızıştırsın, biz daha sonra gücü elimize alırız." tarzında bir düşünceye kapıldılar. Ayrıca daha sonraları devrimden oldukça etkilenecek ABD tarafı da Humeyni'ye kanmıştı ve Humeyni'nin devrimden sonra ılıman bir politika izleyeceğini düşünüyorlardı. Ancak sonuç hiç de bu kesimlerin tahmin ettiği gibi olmadı.
1979 yılına girerken artık Pehlevi için yolun sonu gelmişti. İzlediği tüm ılımlı politikalara rağmen protestocular durmak bilmiyordu. Pehlevi ve ailesi raporlara göre tatil yada tedavi amacıyla 16 Ocak 1979'da ülkeyi terk etti. O gün Pehlevi neredeyse 40 senedir yönettiği ülkesine son kez bakıyordu. Pehlevi ve ailesi, bir daha geri dönmemek üzere Mısır'daki sürgünlerine doğru yola çıktılar.
Pehlevi'nin ülkeden gittiği gün Milliyetçi Şahpur Bahtiyar başbakan olarak göreve başladı. Bahtiyar için başbakan olmasındaki temel sebep Humeyni'nin gerçek yüzünü (Gelecekte katı İslami kurallarla ülkeyi yönetme isteğini.) görmesiydi. Bahtiyar ilerleyen günlerde hem Ulusal Cepheden ihraç edildi hem Humeyni tarafından ağır eleştiriler aldı.
Dönemin ABD Başkanı Jimmy Carter, NATO Kara Kuvvetleri Komutan Yardımcısı Amerikalı General Robert Huyser'ı İran'a gönderdi. Huyser, Şah yanlısı bir politikadansa Bahtiyar yönetimindeki bir geçiş hükümeti için askeri liderler ve Humeyni müttefikleri arasında toplantılar başlattı. O dönem İran'da görev yapan Büyükelçi William Sullivan, Huyser'a sadece Humeyni ile çalışması konusunda baskı yapsa da Huyser, hükümet tarafı ile görüşmeleri de sürdürdü ve 3 Şubat'ta da ülkeden ayrıldı. Bu olayla birlikte Şah'ın belki de %1'lik taht umudu da yok olmuştu çünkü eski dostu ABD bile artık Şah'ı istemiyordu.
Şah'ın ülkeden ayrılmasının ardından yurt genelinde büyük bir sevinç hakimdi. Bahtiyar, dindar kesimin sempatisini kazanmak adına Humeyni'yi ülkeye çağırdı. 1 Şubat 1979'da Humeyni, 1963'de sürgün edildiği ülkesine geri döndü. Tahran'daki hava alanında onu bir milyonun üzerinde insan karşıladı.
Humeyni evine dönmüştü ancak şimdi akıllarda bir soru vardı; Şah gittiğine göre gelecekte İran'da ne olacaktı? Çok geçmeden Humeyni, bu soruya bir cevap verdi. Bahtiyar hükümetini yok sayıyordu çünkü onun amacı İran İslam Cumhuriyeti'ni kurmaktı. Bu yüzden kendisine bir hükümet kurdu ve hükümetin başına da başbakan olarak Mehdi Bazergan'ı atadı. Bazergan milliyetçi ve İslami liberal bir siyasetçiydi. Humeyni, sevenlerine Bazergan'a itaat etmelerini şu sözlerle dile getirdi;
"Hazreti Muhammed'den aldığım vesayet ile Bazergan'ı hükümdar ilan ediyorum... Millet ona itaat etmeli. Bu sıradan bir hükümet değil. Bu, şeriat üzerine kurulu bir hükümettir. Bu hükümete karşı gelmek İslam şeriatına karşıt anlamına gelir. Tanrının hükümetine yapılan isyan, Tanrı'ya karşı isyan demektir. Tanrıya yapılan isyan, küfürdür." (Ayetullah Humeyni)
9 Şubat'ta İran Hava Kuvvetlerinin Humeyni yanlısı teknisyenleri ile İmparatorluk Muhafızları arasında çatışma çıktı. Ertesi gün Bahtiyar sokağa çıkma yasağı ilan etse de protestocular bunu umursamadı. Bir taraftan da devrimciler, isyancılara silah sağlıyordu.
11 Şubat 1979'da ise büyük İslam Devrimi gerçekleşti. Ordunun saat 14:00'da tarafsızlığını ilan etmesinin ardından rejim çöktü, protestocular galip geldi. Bahtiyar ise son çare olarak kılık değiştirierek Humeyni'nin geldiği Fransa'ya kaçtı. Diğer taraftan ise protestocular hükümet binalarını, Pehlevi Hanedanlığına ait sarayları, televizyon ve radyo istasyonlarını ele geçirdiler. (Bahtiyar, 1991'de Fransa'da bir İslam Cumhuriyeti ajanı tarafından öldürüldü.) Humeyni'nin İran'a inişi olan 1 Şubat'tan 11 Şubat'a kadar olan günler "Dahe-ye Fajr" olarak halen kutlanılırken "İslam Devriminin Zafer Günü" ise milli tatil ilan edildi.
Devrimin Sonuçları
İran Devrimi boyunca kaç kişinin öldüğü konusunda Dünya çapında farklı fikirler bulunmakta. Rakamlar devrim öncesinde kaybolan protestocuların sayısı, tahmini yapan kişinin siyasi görüşü gibi durumlara göre değişmekle birlikte 3.000 ile 60.000 arasında gelip gidiyor. Tabii devrim sonrası da Humeyni tarafından sindirilen eski hükümet üyeleri, daha sonraları protestolara yardım edip İslami cumhuriyet ile ters düşen liberal ve solcularla beraber ölüm tahminleri de artıyor ancak ortada tek net olan bir şey var ki gerek devrim öncesi, gerek devrim sürecinde ve gerekse devrim sonrasında İran'da çok fazla hayat söndü.Devrimin ardından Humeyni yönetimi, eski hükümet çalışanlarını hızlıca idam etmeye başladı. 1980'in ilk ayına gelindiğinde gerçekleşen en az 582 idam vardı. İdam edilenler arasında eski başbakan Amir-Abbas Hoveyda, eski dışişleri bakanı Abbas Ali Halatbari, eski meclis başkanı Javad Saeed, eski eğitim bakanı Muhammed Reza Ameli gibi önemli isimler de vardı.
30-31 Mart 1979 tarihlerinde ülke çapında referandum yapıldı. Bu referandumdan %98 civarında İslami Cumhuriyet lehine oy çıktı. İlerleyen zamanlardaysa önce Ulusal Demokratik Cephe ve ardından Müslüman Halk Cumhuriyet Partisi kapatıldı. 1981'de ise Humeyni ile fikir ayrılığına düşen ve daha liberal bir İslamcı olan İran Devlet Başkanı Beni Sadr ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Humeyni halkın desteğini de arkasına almış bir şekilde muhaliflerini sindirmeye devam ediyordu.
1980'lerin ortasına kadar idamlar kesilmedi. Büyük ihtimalle ölümlerin sayısı asla bilinmeyecek ama Humeyni yönetimi tarafından o dönemde 5.000'e yakın kişinin idamının gerçekleştirildiği iddiası mevcut. Üstelik bunların içinde sadece eski hükümet üyeleri değil devrime yardım eden Komünistler, Kürtler, Milliyetçiler gibi gruplar da vardı.
Devrimi 1980'li yılların ilk çeyreğine kadar dağınık bir ekonomi ve aynı şekilde dağınık bir güvenlik sistemi izledi. Bu dönemlerde Humeyni taraftarları hemen hemen tüm farklı düşünceleri ezmeye başladı. Devrimden sonra meclise girebilen milliyetçi ve solcu görüşlerse yavaş yavaş meclisten atıldılar. Yine ülke çapında protestolar oldu ancak Humeyni'nin kolluk kuvvetleri tutuklamalar ve idamlarla bu protestoları kanlı bir şekilde de olsa bastırdı.
Geçici Bazargan Hükümeti, Devrim Konseyi tarafından kısa sürede düşürüldü ve tam anlamıyla günümüzdeki İran İslam Cumhuriyeti kuruldu.
Bir diğer taraftan ise Pehlevi'nin kanser tedavisi için ABD'ye gitmesi sonucu ABD Büyükelçiliği bir grup devrimci tarafından basıldı ve çalışanlar rehin alındı. İran ve ABD arasındaki bu rehine krizi tam 444 gün sürdü ve bilinen en uzun rehine krizi olarak tarihe yazıldı.
Günümüzde İran
Devrimin temeli, devrimin aşamaları ve devrim sonrası ilk dönemleri inceledik. Şimdi gelin kısaca devrimden bugüne İran'a da göz atalım.
Devrimin ilk dönemlerinde yabancı sermayenin ve büyük patronların ülkeyi terk etmesiyle ekonomiyi küçük esnaf yönetti ancak kısa süre sonra ABD Büyükelçiliği'nin basılıp çalışanlarının rehin alınmasıyla başlayan ABD krizi ülkeye ambargolar koyulmasıyla son buldu. Birinci Körfez Savaşında 1980 ve 1988 arasında İran ve Irak ülkeleri savaştı. Savaştan galip ayrılan olmadı ancak bu savaş İran'ın zaten bozulan ekonomisine daha da büyük bir darbe vurdu. 90'larda da ülkenin yüzü pek gülmedi. 1997'de kısmen reformist olan Muhammed Hatemi cumhurbaşkanı oldu. Hatemi döneminde yasaklar biraz gevşetilse de 2005 yılında göreve gelen Mahmud Ahmedinejad döneminde tekrardan İslami kurallar sıkılaştırıldı. Ahmedinejad muhafazakar olmasının yanı sıra halkçı birisiydi de. Petrol gelirlerini fakir halka yansıtmaya ve durumları iyileştirmeye de çalıştı. Son olarak 2013 yılında İran'ın başına Hasan Ruhani geçti. Bir kadın hakları savunucusu olan Ruhani'nin dönemi doğal olarak belediye binasında kadınlar ile erkeklere ayrı asansör yaptıran Ahmedinejad dönemine göre kadınlara daha çok rahatlık sağladı. Bu son dönemlerde özellikle yeni genç nesil İslami kuralların dışına çıkmaya başladı. Örneğin son dönemde İranlı kadınlar örtülerini saçlarının önü gözükecek şekilde takmaya ve gözüken saçlarını da boyatmaya başladılar. Yine İran'da bilim alanında da kimi gelişmeler yaşandı.
Son dönemlerde kısmen İran, İslam Cumhuriyeti ruhunu kaybetse de halen dini lider Ali Hamaney otoritesini korumakta, halen kadınlar ikinci sınıf insan muamelesi görmekte ve halen ülkede insan hakları çiğnenmekte.